30 Aralık 2010 Perşembe

Yeni bir yıl...

2010 
Kimlerden neler aldı kimilerine neler kattı. Yeni başlangıçlar , mutlu sonlar.
Ağladığımızda oldu , mutlululuklarımızda. Öyle veya böyle dile kolay 365 gün. 
Her geçen gün unutturdu bize acıları veya sevinçleri. Kimi zaman umutlu uyandık , kimi zaman uyanmak istemedik. Herşeye rağmen yaşadık her saniyesini her dakikasını. Yaşamaya değer dediğimiz anlarda oldu. 
Sevdim mi derseniz ? Sevdim ... 2010'u  da sevdim. 2011 'i seveceğim gibi.. Yaşamak güzel... Anı yaşamak..
Her nefesin tadını çıkarmak. Sizde sevin 2011'i kabul edin herşeyiyle . Göreceksiniz ki hayata tutunmak , teslim olmaktan ibaret..
Kart etkinliği için öncelikle Leylak dalına sonrasında kartlarına yüreğini , sevgisini, emeğini katmış herkese ayrı ayrı teşekkürler. Herkeze mutlu yıllar....
Yeni yılda da hep birlikte olalım , sevgi ve mutlulukla...


Bir düğün?. Bir nişan?. Bir doğumgünü? ve kokinalar

2010 yılını yoğun bir çalışma temposuyla kapatıyorum.
Şimdi çalışma zamanı.
Ayrıntılar yakında....


26 Aralık 2010 Pazar

Şehre Sıkışmış Tarih

4 günlük kölelik bitti.
Bugün eşimin sayesinde azad oldum hastalıktan.
Hafif çiseleyen yağmur altında keyifli bir yürüyüş yaptık.
Yol boyunca hergün geçtiğimiz anları kareledim. Ne kadar tarihin içinde olduğumuzu , içiçe yaşadığımızı birkez daha farkettim. Bir yandan yenileşmeye inatla direnen eski evlerin çırpınışlarını gördüm. İnsanların geçmişi yok etmek için verdiği çabayı, gerek  taş köprüye yazılmış yazıda gerekse reklam uğruna tarihi kirleten afişlerde . Birde Mevlana Celaleddin Rumi'nin torunu olan Devlet Hatun türbesinin semtimde olduğunu.
Aslında öyle çok kareler vardıki. Öncelikle yağmur vede insanların uzaylıymışım gibi bakışları engel oldu fotoğraflara. Sanki hergün önünden geçipte tarihi yok saymaktı normal olan. Benim yaptığım gibi kafanı kaldırıpta bakmak ve o anı pusla yağmurla harmanlayıp ölümsüzleştirmekti garibi..
Ne acı....
Yine kendime verdiğim sözü tutamadım.(söz konusu kitap olunca..)
Sabah müzik dinlemek için Mercan dede seçmişken , sonrasında Mevlena ve Şems'in aşkından bahsetmişken,
yürüyüş esnasında Mevlana'nın torununun türbesini ziyaret etmişken , kitapçının önünden geçilir ve şimdi o
kitap görülürde nasıl alınmaz. Ya diğeri bakarmısınız güzelliğine..
Anlaşılan bugün maneviyat ve huzur tavan yaptı. Gerçek olan birşey var.
Bana çok iyi geldi.....








(videoda resimlerin kalitesi çok düşük çıkmış .Napayım kıyamadım fotoğraflara....)

25 Aralık 2010 Cumartesi

Melankolianım

Bu sabah gözlerimi açtığımda garip bir duygu vardı üzerimde.
Odalar arasında geziyordum , sanki birşeyler arıyor gibi.

                                                                                                                                                              by ZEYNEP AVCI
Baktım olucak gibi değil ..Yatağıma gömülüp birkaç sayfa okuduktan sonra aradığım şeyi bulduğumu farkettim.

Melankolik Sabahlar
''Sevgili Ben,
Merak ediyorum nereden kaynaklanıyor şu melankolik hallerin?Nasıl oluyor da aileni , dostlarını , arkadaşlarını, okurlarını ve ekseriya insanlığı bu kadar seviyor, sevebiliyor hemde zaman zaman böylesine had safhada asosyal ve münzevi olabiliyorsun? Bir bulabilsem dengeni...Bir anlayabilsem seni...''
Çocukluğumdan beri zaman zaman beni yoklayan o dipsiz ve sebepsiz durgunluk ve kasvet namı diğer melankolianım(Melankolik Hanım'ın hızlı söylenmiş biçimi) bayram ziyaretine gelmiş. Elinde bir kutu çikolata. Tabiki bitter. Nasıl kışkışlarım? Nasıl ''Git'' derim? Mecburen buyur ediyorum
''Hoşgeldin Melankolikanım...''
''Söylesene''diyorum,''neden insanlar, bilhassa kadınlar kimi zaman ansızın melankoliye yakalanırlar?Biyolojik mi bunun sebebi?Kültürel mi?Mistik mi?Ekonomik mi?Hormonlarımızmı bunu yapan , toplumsal koşullanmışlıklarımız mı? Nedir ansızın kadınlara gelen hüzün dalgalarının sebebi?''
Diyorki bana''Erkek genellikle güneş gibidir. Ya batar ya çıkar. İktidar peşinde , ya kazanır ya tepetaklak yuvarlanır. Net, berrak, sade ve yalın. Kadın ise ayın halleri gibidir. Parlarken bile bir yanı karanlıkta kalır. En görünür olduğu zamanlarda bile bir parçası bulutların ardında... Kadın muammadır.''
''E ne yapacağız peki?'' diyorum sabırsızlıkla.''Nasıl çıkacağız bu hallerden?
''Çıkarız elbet , yeterki kendimize ve etrafımıza dürüst olalım, rol yapmayalım. Melankoliyi de benimseyip , seveceğiz. Ve onu bastırarak yok etmek yerine, üretken enerjiye çevireceğiz.''diyor. ''Melankoliyi görmezden gelmek çözüm değil. Onun yerine, alıp hamur gibi yoğurup şekiller inşa edeceğiz. Hüzün dediğin yakışır insana,
yakışır kadınlara. Hüznü sanatın, edebiyatınve yaratıcılığın emrine vereceğiz''
ELİF ŞAFAK
Devamı.. ''Firarperest sayfa;104''
Ruh halime tercüme ..
Hayat garip tesadüflerle dolu sizcede öyle değilmi?

23 Aralık 2010 Perşembe

Zencefilli Kurabiye


Asla bir blogercı hasta yatağında boş duramaz!!!!!!!
Taze sıkılmış meyva suyu , zencefilli kurabiye eşliğinde  yılbaşı kartpostal etkinliği için hazırlıklar yapılır...
Sahiplerine ulaşmak üzere yarın ptt ye teslim edilir.
Yolun açık ola......

Soğuk almayın

Sanıyorum geçenlerdeki soğuklardan bolca almışım.
Sıcak çorba , meyva suyu , pasta.....
Galiba çokk hastayımm :((

Azra Bebek

Şu sıralar işimin en sevdiğim kısmına yoğunlaştım.

Dünyaya gelicek yeni bir can ve yeni heyacanlar..
Bende ayrı bir sevinçle sevgiyle birşeştiriyorum kumaşları.


Battaniyeleri genelde yastık ile tasarlıyorum.
Yine  bebeğimizin narin cildine zarar vermiyecek kumaşlardan oluşuyor.
Astar olarak pazeni tercih ettiğim için istediğimiz sıcaklığa kavuşmuş oluyoruz.
Ne şanslısın Azra bebek seni sevenler , daha dünyaya gelmeden çok özel hazırlıklar yapıyorlar. 
Her bebek senin gibi şanslı olsa keşke .....





Ayşenazın Odası

 Ayşenaz bebeğin odasınının hazırlıkları bitmek üzere.




Alt açma pedinin seyahat torbasıyla takım çalıştım.



 Bütün kumaşlar bebeklere özel  üretilmiş %100 pamuklu .





Oda genel olarak mor ve beyaz olarak  hazırlandı.




O yüzden aksesuarlardaki renk seçimleri pembe beyaz ve mordan oluşuyor.

 


Şeker gibi:))


Ponponlar , çizgiler ve bonbon..


Bu da ev sahibesinin sevdiği birine hediye edilmek üzere hazırlattığı kırlent

Oda için çalışmalar devam ediyor. 

19 Aralık 2010 Pazar

Gözümün unuttuğu.. Heybetli

Bu şehir için göğü tutan Uludağın evimin kış bahçesinden görünen manzarası.
Hava gerçekten çok soğuk .

18 Aralık 2010 Cumartesi

Ho Ho Hooo

Dünü kendime tatil ilan ettim. Ve gün boyunca keyif içinde bahsettiğim kapı süsünü hazırladım . Pek detaylı fotoğraflıyamamışım ama kendimi kaybettiğim için bu tip durumlarda yapabileceğim birşey yok . Olsun bu kadarıda yeter diyorsanız buyrun o zaman...


Özellikle aldığım bir malzeme olmadı . Elimin altındakilerden yararlandım.(Yakında evim çöpev ilan edilecek.)
1. Malzemelerin hazırlanması 
2.Adını bilemediğim ama elektrik tesisatlarında kullanılan içinde kalın bir tel bulunan kabloyu çam ağacı formunda hazırladım. Tel inatçıydı fakat ben ondan daha inatçı. İlk etapta tek kat yaptım fakat asıldığında şeklin bozulacağını düşünüp 2. katı 1. kata dolayarak sağlamlaştırdım. 
Sonrasında elde kalan yünlerden doladım tele . Yünün tüylü dokusu gerçek ağaç hissini azda olsa verdi sanki bana. İpim çok inceydi önce tek kat başladım sonrasında 2 , sonrasında 3 ve son kısmını 4 kat iple bitirdim .(Yani siz direk 4 kat iple başlayınki sabrınız tükenmesin:))
3.Şimdilerde pekte hoşlanmadığım ama zamanında almış olduğum perde mandallarını birazcık anlamlı olmasını sağladım. Herhangi yapıştırıcı kullanılabilinir sanıyorum .Toz simle bütün yüzeyi kapladım ve ışıl ışıl STARRRR
4.Likrasız , duvaklık tülü 4 cm kalınlığında keserek uçlardan birleştirdim .Büzgülerin daha düzgün olması için ve monte ederken kolaylık olsun diye dikiş makinesinde hazırladım. Siz elde dikebilir yada hiç dikmeden direk istediğiniz formda iskelete monte edebilirsiniz.
5.Büzgü verdiğim tülü Silikon tabancasıyla yapıştırdım.
6. Eh ağacımız olurda çorabımızda olmazmı .Yine kalan kırmızı kadife kumaş  parçasında dikiverdim bir solukta . Çorabın üst kısmına silikon tabancasıyla boncuk elyaf yapıştırdım dilerseniz pamuk vs tercih edebilirsiniz. Ben böylesini daha çok sevdim sanki. Sonrasında daha önce aldığımız pastalardan kalan süslerden noel babayıda yapıştırdım.(Çöp ev konusunda haklıyım değilmi. Ama ben şimdi o şirin minnacık süse nasıl kıyabilirim yahuu)
( İki resmin arasındaki fark nedir?)


Sonrasında biraz doğaçlama yapmak zorunda kaldım. Bildiğimiz kapı süslerinden biraz farklı çelenk şeklinde bir bütün  olarak elinize alamıyorsunuz. Parçaları çeşitli kurdelelerle  birbirine bağlamayı tercih ediyorum.
Kardan adam ve noel babayı sevdiğim bir ablam yurtdışında hediye olarak getirmişti. Asıl görevi porselen peçetelik lakin şimdi başka bi meziyeti daha var. Diğer süslerde heryerde bulabileceğiniz klasik yılbaşı süsleri.
Şimdiden hepinize kolay gelsin.

Yeni bir yıla HAZIRMIYIZZZZZZ....

17 Aralık 2010 Cuma

Gofret

Kış bahçemin yeni gözdesi ; tanıştırayım gofret. Canlarımın hediyesi . Ellerindekini görünce evime yeni bir nefes daha geldiğini hissettim. Tam zamanıymış galiba, yeni bir hayatın yeni bir canın . Seviyorum sizi....

Fin fin ev elbiseleri


Fin fin ev elbiselerinin değişik versiyonlarını hazırlamaya devam ediyorum. Eski kumaşlarının dokusu ve renkleri yeni fermuarlarla buluştu. Yeterince şık , yeterince sıcak .
Şu sıralar Ayşenazın odası fazlasıyla zamanımı alıyor . Araya sıkıştırdıklarımdan biri bu elbise . Sanıyorum bugün yılbaşı özel kapı süsü yapmayı planlıyorum . Hazırlık aşamaları ve bitmiş halinin fotoğrafları yarın yayında...

Hayatımıza yeniden bakmak ..

Alışveriş Merkezleri Mutluluk satar mı?  Amerika'nın son alışveriş trendi: Alışveriş yapmamak!
Hatta eldeki mallardan da kurtulup, hayatı sadeleştirmek! Kriz sonrası, çalışanlar, gelirlerinin daha büyük bir bölümünü harcamayıp biriktirmeye başlayınca, ABD'li üreticilerin etekleri tutuşmuş! Şu ara yapılan çoğu tüketici araştırmaları "Bu adamlar ne satın alırlarsa mutlu olurlar?"la ilgili.
Ortaya çıkmış ki bir servis almak, mal almaktan daha faydalı insan doğasına.
Yani bir ayakkabı yerine kutu oyunu, pahalı bir çanta yerine spor salonu üyeliği, araba yerine seyahat, ruj yerine sinema bileti, insanları daha mutlu ediyor! Bir tecrübe satın almak, kişiye daha yoğun ve uzun süreli bir tatmin sağlıyor. Üstelik 'Mal edinme'nin mutluluk getirmediğini öğrenen 'dünyanın en çok satın alan halkı', kocaman otomobillerini, dört oda bir salon evlerini, 48 parçalık yemek takımlarını, doğrayan parçalayan karıştıran onlarca mutfak aletlerini satıp, ayrı bir oda haline gelmiş gardıroplar dolusu giysilerini fakirlere bağışlayıp hayatlarını sadeleştiriyor. Bazı aileler 40 metrekare bir evde, dört tabak, dört bardakla ve işe bisikletle gidip gelerek yaşamanın onları hiç olmadıkları kadar mesud ettiğini iddia ediyor. Bu esnada biriktirdikleri parayı yogaderslerine ve tatillere harcıyorlar.
*YÜZ EŞYAYLA YAŞAMAYA DAVET! *
Bir internet sitesi, tüketicileri sadece ve sadece 100 adet kişisel eşyayla yaşamaya davet ediyor! Yani kıyafet, kozmetik, ayakkabı, kitap, kalem, her şey toplam 100 parça edecek. Sitenin çağrısı büyük ilgi görüyor ve internet kullanıcılarından hatırı sayılır sayıda bir grup, kişisel eşyalarını hayır derneklerine bağışlayıp hayatlarındaki kalabalıktan kurtuluyor. Hikâye, psikologlara göre şu: İnsanlar, iyi ya da berbat, yaşamlarındaki tüm değişikliklere çabucak alışıyor ve doğalarında var olan sabit mutluluk seviyesine bir an önce ulaşmaya çalışıyorlar. Ebeveynlerinden birini kaybeden bir insanın bir süre sonra eski mutluluk ve neşesine kavuşması da bu yüzden, yalı alanın birkaç yıl sonra yalıda oturmayı kanıksayıp eskisi kadar 'mutsuz' olması da! Yani para mutluluk getirmiyor denemez ama parayla satın alınan mallar mutluluk getirmiyor! Şan dersleri, seyahatler, piknikler, tiyatro oyunları filansa başka! Farklı tecrübeler hayatı zenginleştirip memnuniyeti yükseltiyor! Los Angeleslı filmci Roko Belic dünyayı dolaşıp *Happy *(*Mutlu*) isimli bir belgesel üzerinde çalışıyor.

*New York Times * gazetesinin haberine göre San Fransisco'nun kalburüstü semtlerinden birindeki evini bırakıp, hayatını tamamen değiştirip, Malibu plajında bir karavana taşınmış!
Haftada üç dört gün sörf yapabildiği için şu anda ufacık karavanda çok daha mutlu bir hayat yaşadığını anlatmış.
*SANKİ ALIŞVERİŞ İÇİN YAŞIYORUZ *
Bi de tabi, herkes gider Mersin'e, biz... Şu anda ülkede tam bir AVM patlaması yaşanıyor. Buluşmalar, sosyalleşmeler, hafta sonu aile gezmeleri, her tür eğlence hep alışveriş ve merkezleri etrafında dolanıyor. İndirim dükkânlarının kapısındaki kuyruk ve izdihamlar da cabası. Geçen gün haberlerde, yastıkların 1 TL'ye satıldığı bir indirim dükkânında birbirini ezen kalabalığın arasından bir ev kadını, bağırarak kameralara anlatıyor:
"Ben altı tane kapabildim, iki oğlum var, onlar da ikişer tane aldı, keşke 10 tane daha taşıyabilseydik! Muhtemelen dört kişi olan bu ailenin 20 adet yastıkla ne yapacağı ise meçhul! Türkler artık mümkün olduğu kadar çok malı, mümkün olduğu kadar çabuk alıp, evlerine götürmek için yaşıyor! Alışverişe niyeti olmayan bile vitrin bakıp hayal kuruyor. Konsere gidip keman çalmayı, müzeye gidip ressam olmayı hayal eden pek az. Hayat amaçlarımız genelde "Bazı ürünleri edinmek," üzerine kurulu. 70'li yıllarda bir siyah beyaz televizyon, bir adet buzdolabı, merdaneli çamaşır makinesi ve salonda üzeri tığ işi örtülü sabit hat telefonu olan her aile kendini son derece zengin ve konforlu hissederdi. Sonra işler yavaş yavaş değişti. Artık cep telefonu bu yılın modeli olmayan vatandaşın devlete isyan edesi var. Almaya doyup 'hayatı sadeleştirme' aşamasına ne zaman geliriz, o meçhul.
Gülse BİRSEL

AVUCUNUZU AÇMAYI DENEDİNİZ Mİ?
Asya'da maymun yakalamak için kullanılan bir çeşit tuzak vardır:  Bir Hindistan cevizi oyulur ve iple bir ağaca veya yerdeki bir kazığa bağlanır.  Hindistan cevizinin altına ince bir yarık açılır ve oradan içine tatlı bir yiyecek konur. Bu yarık sadece maymunun elini açıkken sokacağı büyüklüktedir. Yumruk yaptığında elini dışarı çıkaramaz. Maymun tatlının kokusunu alır, yiyeceği yakalamak için elini içeri sokar, ama yiyecek elindeyken elini dışarı çıkarması olanaksızdır. Sıkıca yumruk yapılmış el, bu yarıktan dışarı çıkmaz. Avcılar geldiğinde maymun çılgına döner, ama kaçamaz.  Aslında bu maymunu tutsak eden hiçbir şey yoktur.  Onu sadece, kendi bağımlılığının gücü tutsak etmiştir. Yapması gereken tek şey, elini açıp yiyeceği bırakmaktır. Ama zihninde açgözlülüğü o kadar güçlüdür ki bu tuzaktan kurtulan maymun çok nadir görülür.

Bizleri de tuzağa düşüren ve orada kalmamıza neden olan şey, arzularımız ve zihnimizde onlara bağımlı oluşumuzdur. Tüm yapmamız gereken; elimizi açıp benliğimizi, bağımlı olduğumuz şeyleri serbest bırakmak ve dolayısıyla özgür olmaktır! Bu örnekle benzeştirirsek;  ben, sahip olduğumuzu düşündüğümüz her şeyin bizim için birer tuzak olduğunu fark etmediğimizi düşünüyorum:

·         Çoğunlukla konuşmaktan fazla bir özelliğini kullanmadığımız son model cep telefonlarına sahip olmak,
·         Ortalama 15 m2´sini kullandığımız ama kullandığımız alandan 10–20 kat büyük evlere sahip olmak
·         Belki bir kez giydikten sonra çok uzun sure dolabımızın bir köşesinde unuttuğumuz günün modasına uygun giysilere sahip olmak,
·         Okumadığımız kitaplara sahip olmak,
·         Asla kadranın gösterdiği sürate ulaşamayacağımız en süratli arabaya sahip olmak,
·         Bize günde 3–5 kez zamanı, başkalarına sürekli zenginliğimizi gösteren kol saatlerine sahip olmak,
·         Vakit bulup gidilemeyen, gidilse bile dinlendirmekten çok uzak; tabiri caizse yorgunluktan haşatımızı çıkaracak deniz kenarına yakın bir yazlık, bir dinlence evine sahip olmak,
·         Vaktimize, nakdimize, aklımıza, çenemize zarar verse bile bir futbol takımı taraftarlığına sahip olmak,
·         Oturmadığımız koltuk takımları, izlemediğimiz dev ekran televizyonlar;  kullanmadığımız, faydalanmadığımız daha nelere sahip olmak...  Ya da sahip olduğumuzu sanmak...
·         Sadece çevre olsun diye bulunduğumuz ortamlar ve arkadaşlıklar

O maymun gibi; avucumuzda tuttuğumuz sürece (faydalanamasak bile) sahip olduğumuzu sanmıyor muyuz? Ve ancak parmaklarımızı gevşetip bunlardan vazgeçtiğimiz zaman gerçekten özgür olup tüm yeteneklerimizi kullanabilir hale gelmeyecek miyiz?
Aslında biz bu dünyaya sahip olmaya değil, şahit olmaya gelmişiz. Ah bunu bir anlayabilsek. ..
Doç .Dr. Erol ERÇAĞ

14 Aralık 2010 Salı

D İKKAT KIRILIR ????

Biraz ayrılık...
Böyle başlıyoruz konuya..
Asıl önemi şu yazının '' sakın sakın ha 15.6 ''led lcd ekranınız var ise ; ay şu ekranı geriye itleyim şu görüntü netleşsin diyor iseniz dokunduğunuz yere dikkat !!!! bir parmak darbesiyle köşesinden itekler iseniz ekran kırılabilir. :(
Malesefki ben böyle bişey başardım. Şuncacık kuvvetle büyük işlere imza attımm.
Ardından servis kabusu . Nedense  bilinçli tüketeci olarak  yetkili servislere  yolum düşse herzaman kullanıcı hatası bir sorunla karşılaşıp madur olmuşumdur .(Yanımdan sevgili eşimden bir tepki geliyor  olayı yanlış aksettirmişim .Olay %100  kullanıcı hatası olup , yandaki bilgisayırı görüp hasetinden çatlıyacak değilya ekran diyerek sonlandırıyor sözlerini) .  Konu çok uzun ve sıkıcı  o aynı zamanda üzücü o yüzden kısa kesiyorum.
 Siz siz olun bilgisayaranıza daha şevkat ile yaklaşın..
Artık kavuştuk birbirimize tam gaz işlere devam...

8 Aralık 2010 Çarşamba

Kartpostallar , zarflar , tombala.....

Ne hoş bi etkinlik ancak ve ancak ben yayınlayana kadar süremiz doldu .
Yine eski günlerdeki gibi kartpostallar seçilecek itinayla en güzel yazımızla iyi dileklerimizi yazıp ptt yolları . Heyecan verici oldukça 
Emekleri için Leylak dalına teşekkürler.

5 Aralık 2010 Pazar

Hafta Sonu Etkinlikleri

Soğuk hava gelmiş yağışlar başlamıştır . Böyleliklede scooter  ile motor sefaları son buluştur. Dağlar yollar çamurla yaprağın dansıyla yerini yeni sahiplerine bırakmıştır.
Böyle bulutlu kasvetli havaları pek seven yoktur . Yinede herzaman güneşin aydınlattığı bir minareyi pusların arasından görmekte ayrı bir bakıştır hayata.


Gelelim başlığın sebebine;
Sinemaya gidilmeye karar verilir. En yakın avm seçilir. D&R 'ın önünden geçilirde o kitap kokusunu duymak için içeri girilmezmi ? Girilirde en sevdiğin yazarlardan biri kitap çıkartmıştırda alınmazmı ?
Film .... Şener Şen işte. Ne denilebilinirki . Belki aksiyon bekliyosun gelmiyor  ama yine bir klasik olacak kadar içli. Özellikle ben ölümü bu şekliyle anlatan bir film görmedim . Başlama ve bitiş kısmındaki sözleri dikkatli dinleyin .  Nefesinizin kesildiğini hissedeceksiniz. Bence izlemeye değer.


Herkeze iyi haftasonları

Bluejean Hikayesi

1 Aralık 2010 Çarşamba

21,11,2010 Enduro

Geçtiğimiz haftasonu yaptığımız gezinin resimlerini bilgisayarımdaki sorun yüzünden ancak yayınllayabildim. Birde belgesel tadındaki :) videolarımız varki ;kısa süre sonra onlarıda izleme şansınız olucak. Şimdiden iyi seyirler...

Rota:Misi Köyü - Gökçeören Köyü - Tuzaklı Mesire Alanı - Hüseyin Alan - Ketenli Yaylası - Aras Deresi


Yine bir pazar keyfi. Misi köyünde sıkı kahvaltıyla başlıyor bu güzel gün .
Dere o kadar yakınki elini uzattığın anda buzgibi suya dokunabiliyosun. Su sesi , ördekler ve mis gibi gözleme kokusu.Kesinlikle pazar kahvaltısı için uygun bir yer. Çay mükemmel gözlemede gitmek isteyenler için adres 2, gezi fotoğraflarında.



Gökçeören köyüne tırmanırken manzara harikaydı. Galiba bu cümleyi çok kullanıcam.


Gökçeören köyünü geçtikten sonra yolumuz oldukça bozuldu. Motocross tecrübeli eşim gayet rahat
görünüyordu ben ise herseferinde yolun bittiğini sanıp büyük bir panik yaşıyordum. O yollar hiç bitmedi hepsinin bağlı olduğu mutlak başka bir yol vardı.




 Rakım 1400 olduğunda ciğerlerime işleyen çam kokusunu anlatmam çok güç.Vede serin havayı:) Tuzaklı mesire alanına ulaşmak üzereydikki karşımıza yayla gibi düzlükler ve çeşitli bağ bahçe çıktı.İnsanlar güzel havayı fırsat bilip çeki düzen veriyolarlardı topraklarına .Yüzlerindeki ifadeden hakkımızdaki düşünceleri okumak mümkündü.(delimi bunlar !!ne arıyorlar burda ?)


Yolda çekilesi o kadar çok fotoğraf vardıki ne hafızam nede şarjım yetti. Nereye baksan ayrı bi güzellik . Gerçekten insana yaşadığını hissettiren bi güzellik.
Bu arada tırmanmaya devam ediyorduk . 
Tuzaklı mesire alanında bir mola verdik . Onunla ilgili videolar yakında.
Rotamız Hüseyinalan
Hüseyinalanı malesef istila etmişler . Çok fazla ev olmuş artık. Ne yalan söyleyim kızdım kızmasınada doğayı heryeri kirletiyoruz diye , kıskanmadımda değil .

Uludağ yoluna bağlandığımızda eşimin* atv ve motorcross * çu arkadaşlarıyla karşılaştık .(onların adı yok böyle anılmakla gurur duyuyorlar) Zorlu Volfram mağdenleri etabı yapmışlar . Şömine başında bol miktarda B12 vitamini alıyorlardı:) bir çay molasından sonra yola devam.

Ve işte günün kahramanları....


 Bu da kahramanlarımızın  gölgesi....




Moladan sonra  karanlığa kalmamak için saat ayarlaması yapıp yeni güzergahı belirledik. Ketenli yaylası ordanda
Aras deresi.



Ketenli yaylasından sonra geri dönüş yolumuz aynı olucağını öğrendiğimde biraz hayal kırıklığı yaşadım. Sürekli yeni yollardan geçmek daha heyecan vericiydi. Sonrasında eşimin aklına alternatif bir güzergahın olduğu geldi. Dönüş yolumuz Soğıkpınar Köyünün içine kestirmeden giden patika olucaktı .

Gökçeören  Tuzaklı arası Bursa Manzarası.
Bu nasıl bir yer . Halbuki 1 saat önce şehrin trafiğinde boğuşuyorduk.Müthiş bir sesszilik bol oksijen . Herşey yabani.Kelimelerin bittiği an.
Değermiş bu kadar yola bu manzara karşısında.
Hakikaten anlatılmayıp yaşanılası yerler.
 
Dağlar dağlar..........
Sonunda geldik gezimizin son durağı Aras deresine. Bu derenin şöyle bi özelliği var , tamamiyle karsuyu olmasının yanında ; sıcak yaz günlerinde deli gibi motocross ile bu dağlarda gezen eşimin ve arkadaşlarının mola yeri . Düşünsenize ;suyun berraklığı mükemmel aynı zamanda soğuğuda.
Artık hava kararmak üzere ama ben farkında bile değilim tabiki .Allahtan birileri varki yanımda bu yollardan ayrılma vaktini iyi bilen.






Bu karelerde tatlı niyetine .

(Kestirme yolu kapatmışlardı bende artık korkmaya başlamıştım. Çünkü yol çok uzundu ve hava kararmaya başlamıştı bile . Ağaçların arasından ha çıktı çıkacak ayı , tilki ,domuz vsss derken sonunda medeniyete ulaştık:) öyleki soğuğu bile unuttum.)

Muhteşem bir gün ve mutheşem günün batımı....



Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...